15 Mart 2013 Cuma

Sana icimi dokmek icin geldim. Yine ayni yerde hissediyorum kendimi. Bir anda koptum gerceklikten. Sadece bir an icin yazabilecegimi hissettim ve biraktim herseyi. Anlatmak istiyorum hislerimi. Yine nafile cabaladigimi bilerek hem de. Yahu diyorum benim neyim eksik. Herseyim tam gorundugu halde neden dusunmek gucunu kendimde bulamiyorum. Iki satir karaladiktan sonra niye vazgeciyorum hemen. 

Halbuki o kadar doluyum bir bilsen. Romanlar, hikayeler, denemeler sakliyorum icimde. Ha bir de ikilikler belki. Ama hepsi bana kaliyor cunku ben anlatacak kabiliyeti goremiyorum kendimde. 

Yollar teptim yillarca. Bu bile basli basina bir yazma sebebi olmamali mi? Buyuk acilar gordum sevincler gelen arkalarindan. Bir nebze yokluk ve cokca karin toklugu kit kanaat. Ortalama insanlardan ortalama bir insan olarak ortalama hayatlara sahitlik ettim. Kisacasi malzemelerim boldu. Olmadi olmuyor ve bu gidisle olmayacak gibi. 

Benim hikayem vazgecislerin toplamidir. Hedeflerden kacislarin, guvenli limanlara siginislarin, arzularinin pesinden kosanlarin degil, uzerine binen sorumlulugu kaldirmak icin omurunu harcamanin ya da oyle sanmanin hikayesi. Benim hikayem iki kelimeyi bir araya getirememenin, fikirlerini savunmak yerine baskalarinin dusuncelerini kabullenmenin, kolayciligin hikayesidir. Benim hikayem iyi paketlenmis Cin mali ucuz bir oyuncagin hikayesidir. Disaridan bakanlarin gipta ettigi ama yakindan inceleyenlerin begenmeyecegi bir hikaye. Daha da kotusu hikayenin sahibinin de kendisini begenmedigi. 

Simdi dostum giderek tikandigimi, her gecen gun kendimden umidimi daha fazla kestigimi ve hayata dair heyecanimin azaldigini goruyor, benden beklentilerin altinda eziliyor ve suyun uzerindeki saman copu misali ruzgarin beni nereye goturecegini bekleyerek zamandan dusuyorum. Yolun sonuna geldigimi hissediyorum bazen. Butun bunlari neden hissediyorum peki? Yazamadigim icin. Sanslisin dostum. Sen yazabiliyorsun.

31 Aralık 2010 Cuma

Neyzen Tevfik'ten

Izdırabın sonu yok sanma , bu alemde geçer ,
Ömr-i fani gibidir , gün de geçer , dem de geçer ,
Gam karar eyliyemez hande-i hurrem de geçer ,
Devr-i şadi de geçer , gussa-i matem de geçer ,
Gece gündüz yok olur , an-ı dem adem de geçer.

Uzaklaşan Hayaller

2009'un son gününde Ankara'da yalnızdım. Yeni yıla büyük bir sessizlik içinde bu seneye dair kurduğum hayallerle girmiştim. Aradan geçen bir yılda hayallerimin de benimle birlikte değiştiğini sanmış ve çok farklı bir geleceğe doğru yol almaya başlamıştım. Ama bugün yine yalnız olduğum şu anda eskide kaldığını düşündüğüm hayallerim beni çok sık yoklamaya başladı. Derinlere gömdüğümü düşündüğüm hayaller buldukları ilk açık kapıdan tekrar tekrar kendilerini hatırlatıyorlar. Evet! Köprüden önceki son çıkışa gelmiş bulunuyorum. Ya yeni başladığım ve bir ömür boyu hayallerimden uzak yaşayacağım hayat ya da hep içimde düşlediğim hayat. 2011'in ilk yarısı bu iç çekişmelerle ve alacağım kararla şekillenecek gibi görünüyor.

8 Mayıs 2010 Cumartesi

Kudüs Ey Kudüs

Seni unutursam ey Kudüs,
Sağ elim hünerini unutsun

4 Şubat 2010 Perşembe

Yıkılan Bir Tabu

Evet insan bir kere istediği şeye kavuşamadığı zaman diğer istediklerine vardiği değer de azalıyormuş. Boston için bir sürü hayal kurmuştum kabul almamın çok zor olduğunu bile bile. Ama insanın aklının ucunda "ya olursa" diyen bir yer var hep. Zaten o "ya olursa" diyen insanlar kaybederken "ya olursa" dedirten insanlar ise hep kazanıyor herhalde. Milli piyangodan başvuruya uzanan bir yelpazede hem de. Neyse şu an için söyleyebileceğim tek şey şu: İsterse diğerleri de kabul etmesin. Ya da bu hayata dair istediklerimin hiçbiri gerçekleşmesin. Artık çok önemsemiyorum. Tabumu yıktım ne de olsa.

1 Ocak 2010 Cuma

Yılbaşı ve Melankoliye Dair

İnsanlar dışarıda eğleniyorlardı. Bazıları aileleri ile birlikte birinci dereceden akrabalarının evinde yemek yemeyi, çay içmeyi ve mandalina - muz eşliğinde muhabbet etmeyi planlıyorlardı. Ben ise "en kötü karar kararsızlıktan iyidir"in kararsız kalma durumunu çok acı bir şekilde tecrübe ediyordum. Ne abimin Eskişehir'e gel teklifine ne annem ve babamın Gölcük teklifine ne de arkadaşlarım İstanbul ısrarlarına cevap verebildim. Sonuç: Ankara'da sessizlik ve yalnızlık eşliğinde bir yılbaşı. Sadece 2009 yılının son gecesi değil 2010 yılının bütün bir ilk günü de yalnızlık içinde geçti. İletişimim yüzünü görmeden sadece sesini duyduklarım ve sadece yazdıklarını okuduklarım olarak sınıflanabilecek iki ayrı tanıdık grubuylaydı. Yani bu süre zarfında kanlı canlı bir tanıdığı karşımda göremedim. Bu bile tahammül edilemez birşeymiş yaşayınca anladım. Evet üzerime çok yoğun bir şekilde melankoli sinmişti. Geç kalkarak geceden kalma melankolikliğime bir katkı daha yaptım. Sonrası da farklı değildi. Bilgisayarda dinleyeceğim müzikler hep melankoli kokuyordu. Artık kanıksamış olmalıyım ki izleyeceğim filmi de farklı bir türde seçme gereği duymadım. Elim kendiğiliğinden Çöküş adlı filme gitti. Günün sonunda tamamen melankoli tarafından esir alınmış biri olarak farklılaşmıştım. Bu farklılaşmanın en büyük kanıtı ne mi? Ben, tembellerin kralı, hiç gocunmadan bu melankoli bana yetmez diyerek mutfakta bir haftanın birikimi olan bulaşıkları yıkayıp etrafa çekidüzen verdim. Sonra yine saatlerce bilgisayar başında ömür tükettim melankolik bir halde. Kendimi Mesudiyeli Mesut'ta piyangoyu bir numarayla kaçıran ama hiç üzülmeden evine gelen ve yalnız yaşayan o sessiz sakin adama benzetiyorum iki gündür. O adam piyangoyu kaçırdığına üzülmemişti çünkü o üzülme kapasitesini günlük yaşantısında zaten sonuna kadar kullanıyordu. O kronik bir melankolikti. Ben de bu iki günde o yola girdim sanki. Ama bir an önce çıkmak istiyorum. İlk dönüş yarın olsun nolur!

11 Aralık 2009 Cuma

General Montgomery's Favorite Limerick

There was an old soldier from Lyme
Who married three wives at a time
When asked why the third
He said, one's absurd
And bigamy, sir, is a crime